NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
عَبْدُ
اللَّهِ بْنُ
مَسْلَمَةَ
قَالَ
قَرَأْتُ
عَلَى
مَالِكِ بْنِ
أَنَسٍ عَنْ
عَمْرِو بْنِ
يَحْيَى
الْمَازِنِيِّ
عَنْ أَبِيهِ
قَالَ
سَمِعْتُ
أَبَا سَعِيدٍ
الْخُدْرِيَّ
يَقُولُ
قَالَ
رَسُولُ اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
لَيْسَ فِيمَا
دُونَ خَمْسِ
ذَوْدٍ
صَدَقَةٌ
وَلَيْسَ
فِيمَا دُونَ
خَمْسِ
أَوَاقٍ
صَدَقَةٌ وَلَيْسَ
فِيمَا دُونَ
خَمْسَةِ
أَوْسُقٍ صَدَقَةٌ
Ebû Saîd el-Hudrî
(r.a.)den; demiştir ki: Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Beşten az olan
devede zekât yoktur. Beş ukiyye'den az olan "gümüş"de zekât yoktur.
Beş veskten az olan (hurma, üzüm ve hububat) da zekât yoktur."
İzah:
Buhârî, zekât; Müslim,
zekât; Tirmizî, zekât; Nesâî, zekât; İbn Mace, zekât; Dârimi, zekât; Muvatta,
zekât; Ahmed b. Hanbel, II, 402.
"Zevd"
âlimlerin çoğuna göre üçten ona kadar olan de-ve sürüsüne denir. Bazıları da
"ikiden dokuza kadar olan deve sürüşüdür" demişlerdir. Bu kelime
arapçada müfredi olmayan "kavm, raht" gibi cemilerdendir.
Sadaka, insanın
başkasına sevap gayesiyle Allah rızâsı için verdiği şeydir. Burada ise farz
olan zekât manasında kullanılmıştır.
Buna göre hadisin
"beşten az olan devede zekât yoktur" fıkrası, develerin nisabının
beş deve olduğuna delâlet etmektedir. Şu halde beşten az devesi olan kimse
develerinin zekâtım vermekle mükellef değildir.
Hadisin "beş
ukiyyeden az olan "gümüş"de zekât yoktur" fıkrasına gelince:
"Evâk"
kelimesini, Buhârî ile Ebû Dâvûd "ya"sız diye Müslim de "ya ve
rivayet etmişlerdir.Her ikisi de "ukiyye"nin çoğuludur ve Nevevî'nin
dediği gibi her iki rivayet de sahihtir. Arabcada bu kelimenin vakiyye diye
kullanılmasını lügat âlimleri hoş karşılamamışlar dır.
Ukiyye kelimesi her ne
kadar dilimizde "okka" diye geçmekte ise de, ikisi ağırlık yönünden
farklıdır.
Âlimlerin hepsi bir
"ukiyye"nin kırk dirhem olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Bu,
Ehl-i Hicaz'ın ukiyyesi olduğundan, "Hicaz ukiyyesi" diye bilinmektedir.
Her yerin kendisine mahsus bir ukiyyesi vardır. Bazı yerlerde yedi miskâle,
bazı yerlerde de dokuz miskâle bir "ukiyye" demişlerdir. Fakat
şer'an nisaba ölçü olan ukiyye, her yerde kırk dirhemdir. Bu sebeple vaktiyle
memleketimizde 400 dirhem olarak bilinip kullanılan okka ayrı bir şeydir
karıştırmamak gerekir.
Bir ukiyye kırk dirhem
olduğuna göre, beş ukiyye iki yüz dirhem etmektedir ki bu, gümüşün nisabı
olmuştur.
Ukiyye ile dirhemin
miktarı Peygamber (s.a.v.)'in muhatapları olan ashab-ı kiram tarafından
biliniyordu. Nitekim Kadı Iyâz şöyle der: "Hz.Peygamber "Beş ukiyye
gümüşte zekât vardır, iki yüz dirhem (gümüş)den beş dirhem zekât veriniz"
buyurduğu halde, O'nun zamanında ukiyye ile dirhemin miktarlarının
bilinmemesine imkân yoktur. Çünkü zekâtın bunlarla verileceğini bildiren bizzat
Resûlullah (s.a.v.)'dır. Sahih hadislerde de geçtiği üzere ahş-verişler
nikâhlar hep bunlarla yapılıyordu. Bundan anlaşılıyor ki, "Dirhemlerin
miktarı Abdülmelik b. Mervân zamanına kadar belli değildi. Onları âlimlerin
görüşüne göre Abdülmelik topladı da her on dirhemin yedi miskâl ağırlığında ve
her dirhemin ağırlığım da altı dânık kabul etti." iddiasında bulunanların
sözü bâtıldır. Sıhhatli bir söz değildir. Ancak bunlar müslümanlar tarafından
belirli bir şekilde basılmış değildir.
Bazısı Acem, bazısı Rum
basmasıydı, Yani bazıları büyük, bazıları küçük, bazıları da hiç basılmamış ve
nakşedilmemiş gümüş parçalarından ibaretti. Sonra bazıları Yemen, bazıları da
Mağrib'e aittiler. Böylece çok çeşitli dirhemler tedavülde idi. Nihayet halife
Abdulmelik, zamanındaki âlimlerin muvafakatini alarak bu değişik dirhemleri
toplayıp bunlar yerine İslâ-mî ve standart dirhem bastırdı. Artık basılan bu
para piyasaya sürülmekle değişik yabancı dirhemlere ve küçüklü büyüklü kesilmiş
gümüş parçalara ihtiyaç kalmadı. Binaenaleyh şübhesiz dirhemler, o zaman malum
idi. Eğer malum olmasaydı, zekât cezaları ve kul hakları nasıl dirheme ve
ukiyyeye bağlanırdı?"
Ebu Saîd el-Hudrî'nin
rivayet ettiği bu (1558 no'lu) hadisten de anlaşıldığına göre Peygamber
(s.a.Vin kendilerine hitab ettiği şahıslar tarafından dirhemle ukiyye
biliniyordu. Aksi takdirde Hz. Peygamber onları mec-hûl bırakmaz, açıklardı.
Bu konuda Nevevî de
şunları söylemiştir:
"Resûlullah
(s.a.v.) zamanında dirhemlerin ağırlığı malumdu. Dirhem denildiği zaman ilk
akla gelen belirli ağırlıktaki dirhemdi. Zekât vs. hakların tealluk ettiği
dirhem de odur. Bu elbette o zamanlarda başka dirhem yoktu, mânâsına gelmez.
Yani "dirhem" kelimesi, mutlak olarak kullanılmadığında belirli
ağırlığı olan dirhem kast ediliyordu. Diğer dirhemler Ye-menî, Mağribî... diye
mukayyed olarak zikrediliyordu. Peygamber (s.a.v.)'hı onu mutlak olarak
zikretmesi, bilinen dirhemi kaydettiğine hamledilmiş-tir. O da, her "on
dirhem = yedi mıskal" olanıydı. îlk asırda yaşayanlarla ondan sonrakiler
günümüze kadar bu hususta ittifak etmişlerdir ki onların Hz.Peygamber ile
Hulefa-ı Râşidîn'ın zamanında olandan başka bir-şeyin üzerinde ittifak etmeleri
caiz olmadığı gibi öyle bir şey de düşünülemez."
Bu mevzu ile ilgili en
geniş ve kıymetli bilgi Tefsir, Hadis, fıkıh ve lügat alanında imam kabul
edilen Ebû Ubeyd Kasım b. Sellâm'ın "Kitâbu'l- Emval" adlı eserinin
"Sadaka ve ahkâmı" bahsinde verilmiştir. Şöyle denilmektedir:
"İslâmiyetten önce
dirhemler irili-ufaklı idi. Her ikisinden de zekât veriliyordu. Büyükleri
(dirhem-i kebir) 8 dânık, küçükleri (dirhem-i sağîr) ise 4 dânık idi.
Müslümanlar dirhemleri basmak istediler. Büyük dirhemi küçük dirheme katarak
iki eşit dirhem yaptılar. Böylece altışar dâmklık iki dirhem meydana geldi.
Sonra dirhemleri miskallerle ölçtüler -ki mis-kal, eksilip artmayan belirli bir
ölçüdür- bir tanesi altı dânıktan ibaret olan on dirhemi miskalle tartınca yedi
mıskal ağırlığında geldiğini gördüler. Büyüklü küçüklü dirhemler arasında bu
dirhem, ortayı teşkil ediyordu ki, zekât konusunda Resûlullah (s.a.v.)'in
sünnetine de uygun idi. Binaenaleyh dirhem, ondan sonra öyle devam etti.
Âlimler de bunda ittifak etti. Artık bir dirhem altı dânık olarak değişmeden
devam etti. Halk zekâtını buna göre verip bundan hiçbir suretle ayrılmadı.
Ahş-veriş de buna göre cerayan etti."
Mâverdî'nin
el-Ahkâmu's-Sııltâniyye adlı eserindeki "islâmiyette bir dirhemin 6 dânık
oluşu sabit olmuştur. Her on dirhem yedi miskâle eşittir" sözü ile aynı görüşü
desteklemektedir.
Bu nakillerden
anlaşıldığına göre her on dirhemin, yedi miskal oluşunda bütün âlimler ittifak
halindedirler. Ancak şu var ki dirhem-i şer'î diye bilinen bu dirheme sonradan
gerekli ehemmiyet verilmemiş ve bazı memleketlerde başka ağırlıkta olan
dirhemler ihdas edilmişti. Bu durum, bazı âlimleri "her memlekette muteber
olan dirhem, o memleketin dirhemidir" demeye sevk etmiştir. Nitekim
Hanefîlerin meşhur fıkıh kitaplarından olan "Dürr'adh eserde "Fetva,
her memleketin kendine mahsus ölçüsünün nazar-i itibâra alınmasına
göredir." denilmiştir. İbn Âbîdîn de bu görüşün "Velvâliciyye"
ve "Hülâsa'Ma İbnu'l-Fadl'a isnad edilerek zikredildiğini Serahsî'nin de
görüşünün bu olduğunu ve "Müctebd", "Cem'ün'-Nevazil ve
'1-Uyûn", "Mi'râcu'd-dirâye", "Hâniyye" ile
"Fethu'l-Kadîr" adlı eserlerde bu görüşün tercih edildiğini
söylemektedir.
Böylece ortaya dirhem-i
şer'îden başka bir dirhem çıkmış ki buna da dirhem-i örfî denilmiştir. Ancak şu
bilinmeli ki, cumhur "zekât, mehir, diyet ve hırsızlığın nisabında muteber
olan dirhemin, dirhem-i şer'î olduğu" görüşündedir.
Şer'î dirhemin kırat ve
taneye göre ölçülmesine gelince bunda ihtilâf edilmiştir.
Hanefilere Göre: Bir
dirhem-i şer'î, on dört kırattır. Bir kırat iseA. ortalama beş arpa tanesi ağır
İlgındadır. Buna göre bir dirhem-i şer'î, yetmiş arpa ağırlığındadır.
Bir mıskal ise yirmi
kırata eşittir ki, yüz arpa ağırlığına denktir.
Yedi miskal-i şer'î, on
dirhem-i şer'îye eşit olduğuna göre bir dirhem-i şer'î ile bir miskâl-i şer'î
şöyle gösterilebilir:
Bir dirhem = 14
kırat =
70 arpa = 7/10 miskal,
Bir miskal = 20 kırat
= 100 arpa = 3/7
dirhemdir.
Dirhem-i örfî ise, 16
kırattır. Bir kırat-i örfî de dört buğday tanesi ağırlığındadır. Buna göre bir
dirhem-i örfî, altmış dört buğday tanesi ağırlığındadır.
Bir miskâl-i örfî de 24
kırattır ki, doksan altı buğday tanesi ağırlığın-dadır. Buna göre bir dirhem-i
örfî ile bir miskâl-i örfî şöyle gösterilebilir:
Bir dirhem = 16
kırat = 64 buğday = 2/3
mîskai
Bir miskal = 24
kırat =
96 buğday - 1,5 dirhemdir.
Görüldüğü gibi dirhem-i
şer'î ile dirhem-i örfî' nin ar asındaki fark çok azdır. Bu farkın, -Mahmud
Muhammed Hattab es-Sübkî'nin de el-Menhel'de dediği gibi- buğday tanesinin arpa
tanesinden biraz ağır olmasından ileri geleceği kuvvetle muhtemeldir. Bu
kuvvetli ihtimal göz önüne alındıca, iki dirhem arasında hakiki bir fark
kalmamış oluyor. Belki de Hanefi âlimlerinin dirhemi örfîyi nazar-ı itibara
almaları bu sebeptendir.
Dirhemlerin grama
çevrilmesinin esası, ortalama buğday taneleri ile uçlarındaki kılçıkları
kesilmiş ortalama arpa tanelerinin tartılmasına bağlı olduğundan bir dirhemin
kaç gram olduğu hususunda neticeler farklıdır. Şöyle ki:
Menhel yazarı Hattâb
es-Sübkî'ye göre bir dirhem-i örfî 3,12 gramdır. Gümüşün nisabı iki yüz dirhem
olduğuna göre 200 x 3,12 = 624 gramdır.
Miskal-i örfî de bir
buçuk dirhem-i örfî olduğuna göre bir miskal-i örfî 4,68 gram olmuş olur.
Altının nisabı 20 miskal olduğuna göre: 20 x
4,68 = 93,6 gramdır.
Merhum Ömer Nasuhî
Bilmen'e göre ise, bir dirhem-i örfî 3,2 gramdır. Bir dirhem-i şer'î ise 2,8
gramdır. Buna göre gümüşün nisabı 200 x 2,8 = 560 gramdır. Buna göre miskâl-i
örfî 4,8 gram, miskal-i şer'î de 4 gramdır. Buna göre altının nisabı miskal-i
örfîye göre 20 x 4,8 = 96 gram, miskal-i şer'îye göre de 20 X
4 — 80 gramdır.
Bu konuya bir daha
dönüleceği için şimdi de diğer mezheblere göre konunun incelenmesine geçelim.
Mâtikî, Şafiî ve
Hanbelîlere göre: Bu üç mezhep âlimlerinin meşhur kavline göre bir dirhem-i şer'î
50 2/5 arpa tanesi ağır İlgındadır. Bir miskâl-i şer'î de 72 arpa tanesine
eşittir.
Bu üç mezhebin bazı
âlimlerine göre ise, bir dirhem-i şer'î 57 3/5 arpa, bir miskâl-i şer'î de 82
3/10! arpa ağır İlgındadır.
Meşhur kavil ile diğer
kavil arasındaki bu ihtilâfın menşe'i, -Menhel yazarı Hattâb es-Sübk-î'nin de
dediği gibi- arpa tanelerinin hafiflik ve ağırlık, büyüklük ve küçüklük
yönünden bir birinden farklı oluşudur. Zira dolgun 50 arpa tanesi, 70-80 hafif
arpa tanesine eşit ağırlıktadır.
Bu üç mezheb
âlimlerinin meşhur kavline göre gümüşün nisabını hesaplamak için dirhem-i
şer'îyi dirhem-i örfîye çevirmek gerekir. Menhel yazarı Hattâb es-Sübkî bu
hesabı şöyle yapmıştır:
Bir dirhem-i şer'î 50
2/5 arpa tanesi olduğuna göre, iki yüz dirhem-i şer'î arpaya çevrildiğinde 200
x 50 2/5 = 10080 arpa eder. Bu rakam -bir dirhem-i örfi
64 buğday danesi'ne eşit olduğundan -64'e bölündüğünde 157,5V çıkar. Buna göre
gümüşün nisabı: 200 dirhem-i şer'î = 157,5 dirhem-i örfî =
491,48 gramdır.
Altının nisabını da
şöyle hesablamıştır:
Bir miskal-i şer'î 72
arpa, nisab da 20 miskal olduğuna göre 20 x 72 = 1440 arpa olur, 1440 arpa,
miskâl-i örfî olan 96'ya bölündüğünde (1440:96) 15 miskal-i örfi çıkar.
Bir miskâl-i örfî bir
buçuk dirhem-i örfi olduğuna göre 15 miskâl-i örfi 22,5 dirhem-i örfî yapar.
Bir dirhem-i örfi 3,12 gram, olduğundan (22,5 x 3,12) 70,2 gram. Buna göre
altının nisabı: 20 miskâl-i şer'î = 15 miskâl-i örfîk'22,5|dirhem-i örfi =
70,2 gramdır.
Hanefîlerle bu üç
mezheb âlimlerinin arasındaki bu ihtilâfı son zamanlarda bu konuda dirhem-i
miskâle mukayese yoluyla inceleme yapanlar izâle edip bir neticeye
varmışlardır. Şöyle ki:
"Miskal cahiliye
devrinde de İslâmiyet devrinde de birdi" noktasından hareket edilerek
doğu ve batıdaki müzelerde o zamanlardan kalma miskaller tartılmış ve ağırlığı
öğrenilmiştir. Her on dirhemin, yedi miskâle eşit ağırlıkta olduğunda ittifak
olduğuna göre, miskalinjağırlığıniı bilmek meseleyi halleder. Müzelerde yapılan
tartma işleminden bir miskalin 4,25 gram ağırlığında olduğu anlaşılmıştır. Buna
göre bir dirhem: 7 x 4,25 •4- 10 = 2,975 gramdır. Bu yol dirhem-i şer'î ve
miskalin ağırlığım bilmede hatadan en uzak olan yoldur. Buna göre gram olarak
gümüşün nisabı:
2,975 x
200 = 595 gram,
' altının nisabı ise:
4,25 x
20 = 85 gramdır.
Bu duruma göre gümüşün
nisabını 595 gram, altının nisabını da 85 gram olarak hesaplamak daha uygundur.
Hadiste geçen
"Evsuk" kelimesi, "vesk" veya "visk"in çoğuludur.
Ancak vesk şeklinde okunuşu daha meşhurdur. Vesk, aslında yük manasında
kullanılmaktadır. Burada ise, altmış sa' mânâsındadır. Bununla ilgili
ayrıntılı bilgi bundan sonraki hadiste verilecektir.